El Camino a Breaking Bad Movie
Dizi dünyası, büyük bütçeli-düşük bütçeli birçok
yapıma ev sahipliği yapan, büyülü bir dünya. İçerisinden birçok yapım, beraberinde
milyonlarca insanı arkasından sürükleyerek, birer efsane haline geldi.
Efsanelerden konu açılınca, televizyon tarihinin ve de bence insanlık tarihinin
yaratıcılık noktasında Tanrı’ya yaklaştığı en son nokta olan Breaking Bad’i,
ayrı bir yere koyulması gereken bir yapım olarak düşünmekteyim.
2008-2013 yılları arasında AMC bünyesinde yayımlanan
ve Vince Gilligan tarafından tasarlanan Breaking Bad, 50 yaşında lisede bir kimya
öğretmenliği yapan Walter White’ın, kansere yakalandığını öğrenmesi ile
başlayan bir hikayeyi konu alıyor. Sahip olduğu bilgi ve birikim ile potansiyelinin
oldukça aşağısında bir hayat süren White, öğretmenliğe ek iş olarak da bir oto
yıkama dükkanında kısmi olarak çalışıyor. Kanser olduğunu öğrendikten sonra ise
eski öğrencisi Jesse Pinkman’ın yanına giderek, meth işine girmeyi öneriyor ve
böylece bir efsanenin de başlangıcını yapıyor.
Velhasıl sonrasını ve hatta anlattığım kadarını da
bilmeyen insan sayısı çok azdır diye düşünüyorum. Zaten diziyi izlemeyen bir
insanın da bu filmi izleyeceğini düşünmemekteyim. Dolayısıyla diziden olmasa da
en azından film için spoiler dolu bir yazı olacağını da önceden
söylemeliyim.
Jesse’nin Yolu
Breaking Bad’in sonunda Walter’ın kurmuş olduğu
mekanizma sayesinde esir altından kurtulan Jesse’nin, orada bulduğu El Camino
marka bir araçla deliliğin çizgisinde bir sevinç ile kaçtığına tanıklık
etmiştik. Aslında filmin başlangıç noktasını, ismini ve de ana fikrini tam
anlamıyla buradan aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Hepimiz bildiği üzere
Jesse, dizinin son bölümlerinde türlü işkencelere maruz kalmış ve de bu yüzden berbat
bir psikoloji içerisine girmişti. Dizi içerisinde ortağına karşılık içerisindeki
insanlığı sabit tutan, bir şekilde empati yapma kabiliyetini kaybetmeyen ve
belki de bu yüzden mantıktan ziyade zaman zaman duygusal ve fevri hareketlerde
bulunan Jesse, bütün bunların bedelini en ağrından ödemişti.
Breaking Bad’i Breaking Bad yapan en önemli
unsurlardan bir tanesi hiç şüphesiz her şeyin olması gerektiği gibi ilerlemesiydi.
Yani herkesin burun kıvırdığı Walter’ın meşhur sinek kovaladığı bölümde dahi
gereksiz ve olmasa da olurmuş dedirten bir unsur yoktu. Dizinin sonu da tıpkı
bu mantık ile hareket edilerek kurgulanmıştı. Walter, en başından beri mücadelesini
verdiği şey uğruna ölmesi de bunun göstergelerindendi. Belki de gerçekten bu dizide
yepyeni bir hayatı hak eden tek insan Jesse Pinkman’dı. Onun hayatta kalması ve
de bütün pisliği arkasında bırakarak oradan ayrılması en doğru olguydu. Ancak
sonrasında Jesse’ye ne oldu diye düşünmek ne kadar gerekli bir olay olduğu da
tartışılması gereken bir şey. Breaking Bad finali üzerinde soru işaretleri
bırakmayan bir finaldi ve zira bu evren içerisinde bir şekilde pisliğe batmış
herkesin tek bir kaçış noktası vardı. Jesse’nin de bu noktaya gitmesi en makulüydü.
Ama sorun şu ki, bunu zaten hepimiz tahmin edebiliyorduk. Yani Jesse’nin mevcut
kimliği ile var olması sanıyorum ki hiçbirimize inandırıcı gelmeyecekti. Ancak
bütün bunları bir film haline getirmek, ne kadar zaruri olabilirdi ki?
Zenginleştirilemeyen Senaryo
Tahmin edilebilir bir senaryonun var olmasıyla birlikte
belki bir şekilde zenginleştirilmiş olaylar da eklenebilirdi bence. Yani salt
bir şekilde Jesse’nin kaçış anınıdan yeni bir kimlik almaya çalışması zaman
dilimi haricinde, BB dünyası içerisinden hayatta kalan diğer karakterlere de değinilebilirdi.
Örneğin Walter’ın başta amacı olan ancak sonrasında vicdanını rahatlatma amacı olarak
kullandığı, aile refahı olgusu bunların başında geliyor. Sykler White ve Walter
White Jr. Karakterlerini bu filmde göremememiz bence en önemli eksilerden
biriydi. Aynı şekilde Skyler’ın kardeşi ve Hank’in eşi olan Marie’nin de öyle. Zira
film sadece meşhur finalden birkaç gün sonrasını konu almaktansa belki güncel
zamana da bir geçiş yapabilirdi. Eğer tüm bunlar olmuyorsa da Jesse’nin aranma
süreci zora sokularak, daha heyecanlı bir hale getirilerek veya yeni bir kimlik
sonrası hayatında yaşadıkları zorlukları anlatarak daha zengin bir yapım ortaya
çıkarılabilirdi. Jesse karakteri odaklı bir film olduğunu düşünürsek, yeni
kimliği sonrasında yaşadığı muhtemel kimlik buhranlarını görmek veya belki gerçekten
mutluluğun peşinde olup bir şekilde geçmişin pençesinden kurtulamadığını görmek
daha ilgi çekici şeylerin ortaya çıkmasına vesile olabilirdi. Bunun yerine
sadece Jesse’nin kurtuluş sürecine odaklanıldığı için Todd karakterinin çok
fazla ön planda olduğunu gördük. Bu arada Todd’ın aldığı kilolar ve yüzüne
yansıyan yaş farkı oldukça eğreti duran bir unsur olduğunu da kimsenin
atlamadığını düşünüyorum.
Burada senaryo zenginleştirmelerinin çeşitli
flashback’ler ile sağlanmaya çalışıldığını gördük. Jane’li, Mike Ehrmantraut’lu
ve özellikle Walter White’lı flashbacklar zannediyorum ki hepimizin tüylerini diken
diken eden cinstendi Özellikle Bryan Cranston’ı yıllar sonra Walter White
karakteri ile görmek BB hayranları için oldukça özel bir şeydi. Dizinin gerçekçiliğini
baltalayacak bir ölmeme senaryosu yerine böyle bir flashback bence çok
yerindeydi. Ancak burada Walter White karakteri hariç olması berklenen diğer
flashbacklerin çok fazla vurucu olmayacağı da aşikardı. Çünkü zaten Better Call
Saul dizisi sayesinde zaten; Saul Goodman, Mike Ehrmantraut, Gustavo Fring ve
Salamanca’lar gibi dizi evrenine damga vurmuş birçok karakteri derinlemesine
izleme fırsatı buluyoruz. Bu yüzden belki de bu yola daha fazla girmek istememiş
olabilirler.
Sonuç Yerine
El Camino a Breaking Bad Movie, Breaking Bad
hayranları için dizinin değerini ne alçaltan ne de yücelten bir yapım olarak
karşımıza çıktı. Şahsen bir tarafım bu efsane yapımla alakalı daha çok şey
görmek isterken bir tarafımsa tadında bırakılmasının bu yapımı efsane yapan
nadide unsur olduğunu düşünüyordu. Genellikle böylesine büyük hayran kitlesine
sahip yapımların herhangi devamı niteliğinde işlenen konuları hayal kırıklığı
yaratırken, bu film için bunları söylememek çok sevindirici olsa gerek. Her
şeye rağmen muhteşem çekim açıları, yaratılan atmosfer ve de Aaron Paul’un
muazzam oyunculuğu ile ortalama bir film seyrettiğimi düşünüyorum.
Bundan sonra ise Better Call Sau’unl yollarını
gözlemeye devam etsek, sanırım hepimiz için en iyisi olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder