ARA

31 Mayıs 2020 Pazar

Pandora'nın Kutusu #1 - Whitley





Pandora’nın Kutusu #1 – Whitley

Uzun zamandır hiç yazı yazmadığımı hatırladım. Aslında hep aklımdaydı ama bir türlü farklı işlerden buraya zaman ayıracak motivasyonu kendimde bulamamıştım. Elbette insan istedikten sonra bir şekilde gerçekten yapmak istediği şeyleri yapabilmek için kendince yollar arayabiliyor ancak dediğim gibi, henüz o motivasyona nedensizce sahip değildim. Oysa ki önceden bu yana her zaman kendimi yazarak daha iyi ifade ettiğimi veya yazarak kendimi rahatlattığımı düşünüyordum. Gerçekten de öyleydi bir bakıma. Ama şimdi daha çok içimde tutuyorum sanırım. Bu genel hayat kargaşası için de genel olarak yazı yazılabilecek alanlar için de geçerli. Eskiye nazaran konuşarak daha iyi ifade ediyor olabilirim kendimi ama yine de yazı yazma işini bırakmak istemiyorum. Bu bir şekilde hayatımın bir köşesinde yer almalı veya sığınacağım bir yer olarak kalmalı bence.
Bu nedenden dolayıdır ki bir süredir ne kadar düzenli olur ne kadar olmaz bilmiyorum ama tekrardan bir şeyler yazmaya geri dönme isteği uyandı içimde. Wrestling’i artık çok çok uzaktan takip ettiğim için artık pek yazılabilecek bir konu değildi benim için. Daha farklı alanlara yönelmek istedim, futbol da yazmak istemiyordu canım. Basketbolu düşündüm önce ama sonrasında onu da bir kenara aldım. Nihayetinde aniden de olsa biraz müzik konusunda yazmaya odaklandım. Kesinlikle işin tekniği konusunda bir bilgim yok. Ancak müzik zevki açısından fena olmadığımı düşünmekteyim. Bu nedenle başlattığım Pandora’nın Kutusu adlı bu seride kıyıda köşede kalmış, çoğu kişi tarafından bilinmeyen şarkıcıları ve müzik gruplarını işlemek istiyorum. Bu noktada ilk bahsedeceğim kişi ise Avustralyalı şarkıcı Whitley olacak.
Belki de bu serinin en ünlü olmayan kişisi olan Whitley ile tanışmam, 2010 yılına dayanıyor. PES 2011’in müthiş soundtrack’i içerisinde yakaladığım Head & First & Down ile tanımıştım kendisini. En ünlü şarkısı ve en çok bilinen şarkısı olan bu şarkı bana kesinlikle çok yoğun duygular hissettiriyor. İçerisinde barındırdığı yoğun müziğin de sanırım bunda çok fazla etkisi var. Bir de ne zaman dinlesem o günlere beni götürdüğünü hissediyorum. Nostalji duygusu fazlasıyla ağır basıyor. Bu kişisel bir şey elbette ama sanıyorum ki hepimizin hayatının belirli dönemlerini tanımlayacağı veya dinlediğinde o günleri hatırlayacağı şarkılar vardır. Bazı keşfettiğimiz şarkıları bazı dönemler o kadar çok dinleriz ki sanki o dönemle özdeşleşirler. Sanıyorum ki bu şarkının da bende bu tarz bir etkisi var.


Nitekim Head & First Down’u da içeren Go Forth, Find Mammoth albümü ile ARIA Müzik Ödülleri’nde En İyi Alternatif Yetişkin Albümü ödülünü 2010 yılında kazanmayı başarmıştı. Ödüllü şarkı Head & First & Down şarkısını fazlasıyla sevmemin etkisiyle kendisinin başka şarkılarını da araştırmaya başladım. Özellikle More Than Life, My Heart is not a Machine, Killer ve I Remember şarkılarına da tutuldum. Asıl adı Lawrence Greenwood olan şarkıcının bahsettiğim tüm bu şarkıları pek de güncel olmayan bir dönemde çıkmış durumdalar. Zaten kendisi 2013 yılından bu yana müzik açısından pek de üretken değildi. Yani özellikle Google’da veya Youtube’da bile araştırsanız kendisini az sayıda ulaşılabilir materyal bulabiliyorsunuz kendisi hakkında. En yenileri de 2013 yılına dayanıyordu.
Bununla birlikte geçtiğimiz günlerde kendisini araştırırken yeni bir albüm çıkarttığını gördüm. 2019 yılının Eylül ayında çıkarttığı P.S. I'm Haunted ile geri dönmüş. Youtube’da hatta Spotify’da bile artık albümünü bulabiliyorsunuz. Youtube üzerinden ise 1000’lere bile ulaşmamış bir izlenme sayısı mevcut. Bu bile aslında bu seri içerisinde işlediğim en az tanınan müzik üreticisi olduğunun bir kanıtı sanırım.