ARA

13 Ekim 2019 Pazar

El Camino a Breaking Bad Movie Hakkında Düşünceler






El Camino a Breaking Bad Movie

Dizi dünyası, büyük bütçeli-düşük bütçeli birçok yapıma ev sahipliği yapan, büyülü bir dünya. İçerisinden birçok yapım, beraberinde milyonlarca insanı arkasından sürükleyerek, birer efsane haline geldi. Efsanelerden konu açılınca, televizyon tarihinin ve de bence insanlık tarihinin yaratıcılık noktasında Tanrı’ya yaklaştığı en son nokta olan Breaking Bad’i, ayrı bir yere koyulması gereken bir yapım olarak düşünmekteyim.
2008-2013 yılları arasında AMC bünyesinde yayımlanan ve Vince Gilligan tarafından tasarlanan Breaking Bad, 50 yaşında lisede bir kimya öğretmenliği yapan Walter White’ın, kansere yakalandığını öğrenmesi ile başlayan bir hikayeyi konu alıyor. Sahip olduğu bilgi ve birikim ile potansiyelinin oldukça aşağısında bir hayat süren White, öğretmenliğe ek iş olarak da bir oto yıkama dükkanında kısmi olarak çalışıyor. Kanser olduğunu öğrendikten sonra ise eski öğrencisi Jesse Pinkman’ın yanına giderek, meth işine girmeyi öneriyor ve böylece bir efsanenin de başlangıcını yapıyor.
Velhasıl sonrasını ve hatta anlattığım kadarını da bilmeyen insan sayısı çok azdır diye düşünüyorum. Zaten diziyi izlemeyen bir insanın da bu filmi izleyeceğini düşünmemekteyim. Dolayısıyla diziden olmasa da en azından film için spoiler dolu bir yazı olacağını da önceden söylemeliyim.




Jesse’nin Yolu

Breaking Bad’in sonunda Walter’ın kurmuş olduğu mekanizma sayesinde esir altından kurtulan Jesse’nin, orada bulduğu El Camino marka bir araçla deliliğin çizgisinde bir sevinç ile kaçtığına tanıklık etmiştik. Aslında filmin başlangıç noktasını, ismini ve de ana fikrini tam anlamıyla buradan aldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Hepimiz bildiği üzere Jesse, dizinin son bölümlerinde türlü işkencelere maruz kalmış ve de bu yüzden berbat bir psikoloji içerisine girmişti. Dizi içerisinde ortağına karşılık içerisindeki insanlığı sabit tutan, bir şekilde empati yapma kabiliyetini kaybetmeyen ve belki de bu yüzden mantıktan ziyade zaman zaman duygusal ve fevri hareketlerde bulunan Jesse, bütün bunların bedelini en ağrından ödemişti.
Breaking Bad’i Breaking Bad yapan en önemli unsurlardan bir tanesi hiç şüphesiz her şeyin olması gerektiği gibi ilerlemesiydi. Yani herkesin burun kıvırdığı Walter’ın meşhur sinek kovaladığı bölümde dahi gereksiz ve olmasa da olurmuş dedirten bir unsur yoktu. Dizinin sonu da tıpkı bu mantık ile hareket edilerek kurgulanmıştı. Walter, en başından beri mücadelesini verdiği şey uğruna ölmesi de bunun göstergelerindendi. Belki de gerçekten bu dizide yepyeni bir hayatı hak eden tek insan Jesse Pinkman’dı. Onun hayatta kalması ve de bütün pisliği arkasında bırakarak oradan ayrılması en doğru olguydu. Ancak sonrasında Jesse’ye ne oldu diye düşünmek ne kadar gerekli bir olay olduğu da tartışılması gereken bir şey. Breaking Bad finali üzerinde soru işaretleri bırakmayan bir finaldi ve zira bu evren içerisinde bir şekilde pisliğe batmış herkesin tek bir kaçış noktası vardı. Jesse’nin de bu noktaya gitmesi en makulüydü. Ama sorun şu ki, bunu zaten hepimiz tahmin edebiliyorduk. Yani Jesse’nin mevcut kimliği ile var olması sanıyorum ki hiçbirimize inandırıcı gelmeyecekti. Ancak bütün bunları bir film haline getirmek, ne kadar zaruri olabilirdi ki?



Zenginleştirilemeyen Senaryo
Tahmin edilebilir bir senaryonun var olmasıyla birlikte belki bir şekilde zenginleştirilmiş olaylar da eklenebilirdi bence. Yani salt bir şekilde Jesse’nin kaçış anınıdan yeni bir kimlik almaya çalışması zaman dilimi haricinde, BB dünyası içerisinden hayatta kalan diğer karakterlere de değinilebilirdi. Örneğin Walter’ın başta amacı olan ancak sonrasında vicdanını rahatlatma amacı olarak kullandığı, aile refahı olgusu bunların başında geliyor. Sykler White ve Walter White Jr. Karakterlerini bu filmde göremememiz bence en önemli eksilerden biriydi. Aynı şekilde Skyler’ın kardeşi ve Hank’in eşi olan Marie’nin de öyle. Zira film sadece meşhur finalden birkaç gün sonrasını konu almaktansa belki güncel zamana da bir geçiş yapabilirdi. Eğer tüm bunlar olmuyorsa da Jesse’nin aranma süreci zora sokularak, daha heyecanlı bir hale getirilerek veya yeni bir kimlik sonrası hayatında yaşadıkları zorlukları anlatarak daha zengin bir yapım ortaya çıkarılabilirdi. Jesse karakteri odaklı bir film olduğunu düşünürsek, yeni kimliği sonrasında yaşadığı muhtemel kimlik buhranlarını görmek veya belki gerçekten mutluluğun peşinde olup bir şekilde geçmişin pençesinden kurtulamadığını görmek daha ilgi çekici şeylerin ortaya çıkmasına vesile olabilirdi. Bunun yerine sadece Jesse’nin kurtuluş sürecine odaklanıldığı için Todd karakterinin çok fazla ön planda olduğunu gördük. Bu arada Todd’ın aldığı kilolar ve yüzüne yansıyan yaş farkı oldukça eğreti duran bir unsur olduğunu da kimsenin atlamadığını düşünüyorum.
Burada senaryo zenginleştirmelerinin çeşitli flashback’ler ile sağlanmaya çalışıldığını gördük. Jane’li, Mike Ehrmantraut’lu ve özellikle Walter White’lı flashbacklar zannediyorum ki hepimizin tüylerini diken diken eden cinstendi Özellikle Bryan Cranston’ı yıllar sonra Walter White karakteri ile görmek BB hayranları için oldukça özel bir şeydi. Dizinin gerçekçiliğini baltalayacak bir ölmeme senaryosu yerine böyle bir flashback bence çok yerindeydi. Ancak burada Walter White karakteri hariç olması berklenen diğer flashbacklerin çok fazla vurucu olmayacağı da aşikardı. Çünkü zaten Better Call Saul dizisi sayesinde zaten; Saul Goodman, Mike Ehrmantraut, Gustavo Fring ve Salamanca’lar gibi dizi evrenine damga vurmuş birçok karakteri derinlemesine izleme fırsatı buluyoruz. Bu yüzden belki de bu yola daha fazla girmek istememiş olabilirler.




Sonuç Yerine
El Camino a Breaking Bad Movie, Breaking Bad hayranları için dizinin değerini ne alçaltan ne de yücelten bir yapım olarak karşımıza çıktı. Şahsen bir tarafım bu efsane yapımla alakalı daha çok şey görmek isterken bir tarafımsa tadında bırakılmasının bu yapımı efsane yapan nadide unsur olduğunu düşünüyordu. Genellikle böylesine büyük hayran kitlesine sahip yapımların herhangi devamı niteliğinde işlenen konuları hayal kırıklığı yaratırken, bu film için bunları söylememek çok sevindirici olsa gerek. Her şeye rağmen muhteşem çekim açıları, yaratılan atmosfer ve de Aaron Paul’un muazzam oyunculuğu ile ortalama bir film seyrettiğimi düşünüyorum.
Bundan sonra ise Better Call Sau’unl yollarını gözlemeye devam etsek, sanırım hepimiz için en iyisi olacak.